bugün
- insanlar melek mi şeytan mı10
- kocaeli de fabrikada yaşanan cinsel grup seks21
- eksi ruyaları sözlük heyetinden istemek14
- şöyle hanım hanımcık öğretmen bir kız bulamamak11
- bebeği gibi seven incitmeyen değer veren erkek36
- en yaşlı özelliğiniz24
- eksi ruyalar ile yakaladığımız müthiş uyum19
- 170 iq üstü sözlük yazarları veritabanı11
- budweiser10
- kızların tipe bakmadığı gerçeği29
- sözlük kızlarının saç rengi14
- bir kadın nasıl tavlanır19
- kediye kediş köpeğe köpüş diyen kız15
- hemşire kızlar nasıl oluyor27
- uludağ sözlüğe nasıl düştünüz23
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi22
- iğrenç bir his tarif et25
- icardi190522
- düşün ki o bunu okuyor8
- çağ dışı teknolojilere özlem duymak8
- bir gavatın soyadını nick yapmak10
- mert hakan yandaş13
- nude istemeyen erkek9
- numan kurtuluş dem parti görüşmesi29
- dursun özbek gibi olsam utanırım8
- türkiye toplumunun ahlaksızlığa pratik zeka demesi8
- yakışıklı ama zengin erkek14
- çift maaş alan akpli bürokratların ücretlerine zam18
- sözlük kızlarına yürüyen vizyonsuz9
- sözlük yazarlarının abileri11
- erkek çocuk için isim önerileri9
- aşkta yaş farkı önemli midir10
- az önce arabamdan inen tatlış kız12
- atatürk'ün hiç seçime girmeden ülkeyi yönetmesi22
- içip içip entry girmek8
- arkadaşlar falıma bi bakar mısınız8
- bik bik bu sözlüğün divasıdır19
- emar15
- 170 boyunda 70 kilo erkek9
- suriyeliler suriye'ye dönsün10
- fake hesabım için nick önerileri9
- vücutçu aptal erkek vs gösterişsiz felsefi erkek15
- yazarların ruh hali9
- düz dünyacıların güneş tutulmasına bakışı12
- köpekleri aklamak için sırtlana iftira atmak10
- bik bik'i ağdacıya götürmek11
- aykolik'in boyu yaşı kilosu mesleği8
- bik bik'in yaşı boyu kilosu8
- ahirette sorulacak ilk soru8
entry'ler (220)
sözcüklerin kelimelere dökülemediği, zamanın aslında ne kadar acımasız olduğunu bir kez daha hatırlattığı bir gün... o kadar çok şey var ki aslında, anlatamadığım... söylenemeyenler, susup yutulanlar, saklananlar, dışarı çıkmaya korkan bastırılmış duygular...
aslında ben bu yazıyı kendime yazdım. yıllarca bastırdıklarıma, konuşamayıp sustuklarıma, en derinde sakladıklarıma, hatıraları tozlu anılarıma yazdım. ben bu yazıyı bu gün şu anda af dilemek için yazdım. birilerinden değil, kendimden af dilemek için yazdım. geçen yılların, kaybedilen zamanın ve en önemlisi kaybedilen insanların hatrına yazdım.
yaşım olmuş 23, neye yarar? ahh be bibi; akıl başa derdin, akıl başa!
bitmez sandıklarımın, sonu gelmez dediklerimin sonuna geldiğim şu günde, mutlu mu olmalıyım? yok yok. çektiklerime, göz yaşlarıma, umutlarıma, hayal kırıklıklarıma, gerçeklerime ve pişmanlıklarıma ağlamalıyım.
pişmanlık; bu tanıma onlarca açıklama yazarım.
hafifledim sanki. daha da boşladım biraz. mesela günde 15 saat uyuyorum, eskisi gibi her romanı her yazıyı okumuyorum artık. daha seçiçi oldum demeyelim de, daha bi kaprisli oldum sanki. yatakta yatarken tavanı izlemek en sevdiğim hobilerim arasında mesela, günlerce duş almaya üşeniyorum, öyle garip bir ruh hali içindeyim ki üşengeçlikten pijamalarımı değiştirip yenilerini giymiyorum. kokuyorum sanki biraz da. biraz tütün, az biraz ter gibi...
sürekli yazıyorum, konuşamayıp anlatamadıklarımı döküyorum.. bazen odama kilitliyorum kendimi, ergen gibi.. ne bir ses ne de bir yüz görmek istemiyorum. hayatın koşuşturmacasından o kadar yoruldum ki, çekip gitmek değil ama kendimi kendimle yüzleştiriyorum sanki. her açılan anı yüreğimi sızlatıyor, göğsüm sıkışıyor nefes alamıyorum. ilk başlarda zor geliyordu ama alıştım. yavaşça özlediğim kendime dönüyorum gibi. depresyonda değilim biliyorum ama eğilimlerim var benim kötü alışkanlıklara... kelimelere dökünce çok klişe oldu sanki.. öyle güzel demiş ki özdemir asaf;
ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden.
inanırdım saadetli yolculuklara.
adalar var zannederdim güneşli, mavi, dertsiz...
bütün hızımla koşardım dalgalara.
o zaman beni görseydiniz.
ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden.
beni o zaman görseydiniz
siz de gelirdiniz peşimden.
ama şimdi şu akşam saatinde
son liman kendim, bu döndüğüm,
bilmiş, bulmuş, anlamış.
hatırımda, bir vakitler güldüğüm
yoluna can serdiğim o kaçış.
şimdi, şu akşam saatinde
dönüyorum görmüş, geçirmiş, atlatmış,
gözlerin doymayan sahilinde.
herşeyi boş ver, tüm yazım yanlışlarımı ve anlatım bozukluklarımı...
af diliyorum senden, korkusuzca...
aslında ben bu yazıyı kendime yazdım. yıllarca bastırdıklarıma, konuşamayıp sustuklarıma, en derinde sakladıklarıma, hatıraları tozlu anılarıma yazdım. ben bu yazıyı bu gün şu anda af dilemek için yazdım. birilerinden değil, kendimden af dilemek için yazdım. geçen yılların, kaybedilen zamanın ve en önemlisi kaybedilen insanların hatrına yazdım.
yaşım olmuş 23, neye yarar? ahh be bibi; akıl başa derdin, akıl başa!
bitmez sandıklarımın, sonu gelmez dediklerimin sonuna geldiğim şu günde, mutlu mu olmalıyım? yok yok. çektiklerime, göz yaşlarıma, umutlarıma, hayal kırıklıklarıma, gerçeklerime ve pişmanlıklarıma ağlamalıyım.
pişmanlık; bu tanıma onlarca açıklama yazarım.
hafifledim sanki. daha da boşladım biraz. mesela günde 15 saat uyuyorum, eskisi gibi her romanı her yazıyı okumuyorum artık. daha seçiçi oldum demeyelim de, daha bi kaprisli oldum sanki. yatakta yatarken tavanı izlemek en sevdiğim hobilerim arasında mesela, günlerce duş almaya üşeniyorum, öyle garip bir ruh hali içindeyim ki üşengeçlikten pijamalarımı değiştirip yenilerini giymiyorum. kokuyorum sanki biraz da. biraz tütün, az biraz ter gibi...
sürekli yazıyorum, konuşamayıp anlatamadıklarımı döküyorum.. bazen odama kilitliyorum kendimi, ergen gibi.. ne bir ses ne de bir yüz görmek istemiyorum. hayatın koşuşturmacasından o kadar yoruldum ki, çekip gitmek değil ama kendimi kendimle yüzleştiriyorum sanki. her açılan anı yüreğimi sızlatıyor, göğsüm sıkışıyor nefes alamıyorum. ilk başlarda zor geliyordu ama alıştım. yavaşça özlediğim kendime dönüyorum gibi. depresyonda değilim biliyorum ama eğilimlerim var benim kötü alışkanlıklara... kelimelere dökünce çok klişe oldu sanki.. öyle güzel demiş ki özdemir asaf;
ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden.
inanırdım saadetli yolculuklara.
adalar var zannederdim güneşli, mavi, dertsiz...
bütün hızımla koşardım dalgalara.
o zaman beni görseydiniz.
ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden.
beni o zaman görseydiniz
siz de gelirdiniz peşimden.
ama şimdi şu akşam saatinde
son liman kendim, bu döndüğüm,
bilmiş, bulmuş, anlamış.
hatırımda, bir vakitler güldüğüm
yoluna can serdiğim o kaçış.
şimdi, şu akşam saatinde
dönüyorum görmüş, geçirmiş, atlatmış,
gözlerin doymayan sahilinde.
herşeyi boş ver, tüm yazım yanlışlarımı ve anlatım bozukluklarımı...
af diliyorum senden, korkusuzca...
ekmeleddin, ekmelettin, ekmelletin, ekmeliyettin, ekemliyeddin vs.
dizinden bir karış yukarıda dar şort giyiyorsa bilin ki o erkek gaydir.
özgüveni tavan yapmış kızlarımızın dikkat çekme çabasıdır.
çocuktum, o kadar çok sevdim ki çocukluğu, kopamadım. büyümedim. büyümek istemedim. peter pan'ın bir gün beni de alacağına inandım. bibi'sinin gözünden sakındığı kuzusuydum. taşla toprakla oynardım. üstümü batırırdım, dizlerim hep yaraydı.
bizim sokağımızda samimiyet vardı. sokaktaki hayvanlara, evde pişen yemeklerin arta kalanları verilirdi. "kokusunu almışlarsa canları çekmiştir" diye.
sonra bir gün büyümeye zorlandım... sokakta koşan, toprakla oynayan kız değildim artık. hastane koridorlarında sessizce oturmayı öğrendim. bibi'ye bir şeyler olmuş ve hasta olmuştu.
bibi hastanede yattığı zamanlarda her gün yanına gidip şarkı söyledim, dans ettim, okulda yaptıklarımı anlattım. sokakta olanları, sokağın bir ucundan diğer ucuna yaptığımız yarışlarda hala berat'ı geçemediğimi söyledim. basketbola başladığımı öğrenince gözleri dolmuştu. çok istemişti maçlarımı seyretmeyi, sadece cd'lerden kayıtlarını seyredebiliyordu.
bir gün doktor geldi bibi'nin odasına, beni dışarı çıkarttı. annem, babam, halam, amcam, kuzenlerim, hepsi o akşam bibi'nin evine geldi. çünkü bibi o akşam eve geldi, artık akciğerleri hiç çalışmıyormuş, öyle demişlerdi.
sonrasında bibi makinelere bağlı yaşamaya başladı, daha sonra yatalak oldu. "ölecek" dediler, daha iyi oldu. "iyi olacak, 2 gün misafirimiz olacak" dediler, öldü...
ölüm aslında "son" değildi. ölüm, "kurtuluş" da değildi.
ölüm bir buluşmaya söz vermekti, bunu bibi öğretmişti.
ben bibi'nin öldüğü gün büyüdüm. o gün, hangi üniversiteyi kazandığımı öğrendim. "ben üniversiteyi kazandım bibi, senin istediğin yere girdim" dediğimde sıcaktı ama donuktu. gözleri kapalıydı ama gülümsüyordu. uykuya dalmışcasına, en güzel rüyasındaymış gibi...
bibi'nin öldüğü hafta balkonundaki papatyalar açtı, yastığında ki kokusu hala duruyordu. bütün gece balkonda yastıkla oturdum. bibi'nin öldüğü gün, hem öksüz hem de yetim kalmıştım.
bibi'nin öldüğü gün büyüdüm. ne kadar yalnız olduğumu, kendi acılarımda nasıl boğulduğumu gördüm. bibi'nin bana bıraktığı en güzel iki şeyi farkettim.
birincisi güneşti. güneşin varlığı, tenimi ısıtışı bibi'yi hatırlatıyordu. (bibi, güneşin olmadığı her zaman üşürdü)
ikincisi papatya idi. her gördüğümde çocukluğumu ve bibi'yle en güzel günlerimizi hatırlatır. (bibi, papatyaların en saf, en temiz duyguları temsil ettiğine inanırdı)
bibi herşeydi, anneydi, babaydı, ablaydı, kardeşti, arkadaştı, dosttu. bibi, tanrının bana verdiği en güzel şeydi. bibi'yle geçirdiğim 18 seneyi geri istemem. isteyemem. bibi'ye o kadar acıyı tekrar yaşatamam.
en çok özlediğim şey ise sokakta oynarken acıktığımda; "bibiiiiii ben çok acıktım, gözleme ve ayran yapsanaaa" diye bağırdığımda "eşşeğin götünü ye" deyip surat asmasıydı. oradan bakınca ne kadar komik gözükür bilmiyorum ama bibi'nin yaptığı gözlemenin yeri bambaşkaydı.
çocukluğunda kalmış bir insanım bende, kendimi mutlu hissettiğimde kabak gibi ortaya çıkan çocukluğum var benim.
asla vazgeçmediğim, asla vazgeçmeyeceğim...
bizim sokağımızda samimiyet vardı. sokaktaki hayvanlara, evde pişen yemeklerin arta kalanları verilirdi. "kokusunu almışlarsa canları çekmiştir" diye.
sonra bir gün büyümeye zorlandım... sokakta koşan, toprakla oynayan kız değildim artık. hastane koridorlarında sessizce oturmayı öğrendim. bibi'ye bir şeyler olmuş ve hasta olmuştu.
bibi hastanede yattığı zamanlarda her gün yanına gidip şarkı söyledim, dans ettim, okulda yaptıklarımı anlattım. sokakta olanları, sokağın bir ucundan diğer ucuna yaptığımız yarışlarda hala berat'ı geçemediğimi söyledim. basketbola başladığımı öğrenince gözleri dolmuştu. çok istemişti maçlarımı seyretmeyi, sadece cd'lerden kayıtlarını seyredebiliyordu.
bir gün doktor geldi bibi'nin odasına, beni dışarı çıkarttı. annem, babam, halam, amcam, kuzenlerim, hepsi o akşam bibi'nin evine geldi. çünkü bibi o akşam eve geldi, artık akciğerleri hiç çalışmıyormuş, öyle demişlerdi.
sonrasında bibi makinelere bağlı yaşamaya başladı, daha sonra yatalak oldu. "ölecek" dediler, daha iyi oldu. "iyi olacak, 2 gün misafirimiz olacak" dediler, öldü...
ölüm aslında "son" değildi. ölüm, "kurtuluş" da değildi.
ölüm bir buluşmaya söz vermekti, bunu bibi öğretmişti.
ben bibi'nin öldüğü gün büyüdüm. o gün, hangi üniversiteyi kazandığımı öğrendim. "ben üniversiteyi kazandım bibi, senin istediğin yere girdim" dediğimde sıcaktı ama donuktu. gözleri kapalıydı ama gülümsüyordu. uykuya dalmışcasına, en güzel rüyasındaymış gibi...
bibi'nin öldüğü hafta balkonundaki papatyalar açtı, yastığında ki kokusu hala duruyordu. bütün gece balkonda yastıkla oturdum. bibi'nin öldüğü gün, hem öksüz hem de yetim kalmıştım.
bibi'nin öldüğü gün büyüdüm. ne kadar yalnız olduğumu, kendi acılarımda nasıl boğulduğumu gördüm. bibi'nin bana bıraktığı en güzel iki şeyi farkettim.
birincisi güneşti. güneşin varlığı, tenimi ısıtışı bibi'yi hatırlatıyordu. (bibi, güneşin olmadığı her zaman üşürdü)
ikincisi papatya idi. her gördüğümde çocukluğumu ve bibi'yle en güzel günlerimizi hatırlatır. (bibi, papatyaların en saf, en temiz duyguları temsil ettiğine inanırdı)
bibi herşeydi, anneydi, babaydı, ablaydı, kardeşti, arkadaştı, dosttu. bibi, tanrının bana verdiği en güzel şeydi. bibi'yle geçirdiğim 18 seneyi geri istemem. isteyemem. bibi'ye o kadar acıyı tekrar yaşatamam.
en çok özlediğim şey ise sokakta oynarken acıktığımda; "bibiiiiii ben çok acıktım, gözleme ve ayran yapsanaaa" diye bağırdığımda "eşşeğin götünü ye" deyip surat asmasıydı. oradan bakınca ne kadar komik gözükür bilmiyorum ama bibi'nin yaptığı gözlemenin yeri bambaşkaydı.
çocukluğunda kalmış bir insanım bende, kendimi mutlu hissettiğimde kabak gibi ortaya çıkan çocukluğum var benim.
asla vazgeçmediğim, asla vazgeçmeyeceğim...
supernatural - charlie.
giriş 25 tl + 50 cl bira..
etiler, nişantaşı'ndan , pendik, fikirtepe'ye doğru değişen moda akımıdır.
lastik mi bu?
"dur bakayım, bir de şöyle çekeyim kopacak mı?"
"dur bakayım, bir de şöyle çekeyim kopacak mı?"
ofsaytı da biliyordur o.
ağzının kokması, dişlerini fırçalamaması, saçlarının pis olması, vs.
en önemlisi; osurduğu zaman, "dikkat! ateşle yaklaşmayın!" pankartı çıkarttıracak kadar kokutması.
en önemlisi; osurduğu zaman, "dikkat! ateşle yaklaşmayın!" pankartı çıkarttıracak kadar kokutması.
liseye 1 hafta geç başlayan bir kişi olarak söylüyorum; kabus!
ağlar. hemde salya sümük, hıçkıra hıçkıra ağlar.
kadınların ağlaması ne kadar çirkinse, erkeklerin ağlaması da bir o kadar çirkin.
kim ağlayan birini, "tatlı, sempatik, şirin" bulabilir ki?
kadınların ağlaması ne kadar çirkinse, erkeklerin ağlaması da bir o kadar çirkin.
kim ağlayan birini, "tatlı, sempatik, şirin" bulabilir ki?
aşkı kitaplarda aratanlar utansın.
rezaletin had safhasıdır. telefonun diğer ucundaki arkadaş, soluksuz ve çok heyecanlı bir şeyler anlatıyorken uyuduysanız boku yediniz. boku yedim.
kafasına sık daha iyi. en azından masrafsız.
şişman olmayın, kalabalık bir grupken dağılmayın, bir bok olursa etrafımıza tuzdan daire yapıp içine oturun, birilerinin arkasından piçlik yapıp kurtulmaya çalışmayın. en önemlisi, tıkırtı, şıkırtı, mıngırtı duydugunuz yere doğru gitmeyin! elini, kolunu, bacağını, sonunu görmediğin yerlere sokmayın. fazla merak göte ...... olmasın.
"ben insanın ağzına böyle sıçarım"ın kısaltılarak yazılmış halidir.
ders notları.
önce mimarisini sonra krokisini sikmek istediğim okul.